Alevilikte Kadın

 

8 Mart 1857 tarihinde New York’da 40 bin dokuma işçisi daha iyi çalışma koşulları sebebiyle bir tekstil fabrikasında greve başladı. Ancak polislerin işçilere saldırması, işçilerin fabrikaya kilitlenmesi ve ardından çıkan yangında 129 kadın işçi can verdi. İşçilerin cenaze 10 bin kişi katıldı. 1910 yılında Almanya Sosyal demokrat Partisi önderlerinden Clara Zetkin, 2. Enternasyonele bağlı kadınlar toplantısında bu günün dünya emekçi kadınlar günü olarak anılmasını teklif etti ve bundan sonra 8 Mart Dünya Emekçi kadınlar günü olarak anılmaya başlandı.

Her ne kadar bütün devletler, bazı sivil toplum kuruluşları kadın özgürlük hareketinin ilk adımlarının 1789 Fransız devriminden hemen sonra atıldığını söylese de Fransız Devriminden 400 yıl önce Anadolu’da Kızılbaş adıyla anılan bugün Alevi dediğimiz topluluklar arasında kadın çok ama çok önemli bir konuma sahipti. Bu toplumlarda bir dergâh etrafında toplanan kadın erkek birlikte çalışıyor, birlikte üretiyor ve ibadetlerini de kadın erkek birlikte yapıyorlardı.

Osmanlı’nın kuruluşunda önemli olan "Abdalan-ı Rum”, "Gaziyan-ı Rum”, "Ahiyan-ı Rum” gibi büyük sosyal gruplardan biri de "Bacıyan-ı Rum” yani Anadolu Bacıları’dır. Bunların başında da Kadıncık Ana vardır. Kadınların örgütlenmesinden sorumlu Kadıncık Ana’nın Hace Bektaş Veli ile özel bir yakınlığı bulunmaktadır.

Bununla ilgili Osmanlıların en eski tarihçisi Aşıkpaşaoğlu "Hacı Bektaş, bunların içinden Bâciyân-ı Rûm’u ihtiyar etti, Hatun Ana’yı kız edindi... Nesi varsa Hatun Ana’ya emanet etti. Hatun Ana, Hacı Bektaş’ın üzerine mezar yaptı. Abdal Musa geldi bunun üzerinde nice gün kaldı.”[1] şeklinde bilgi vermektedir.

Burada şunu vurgulamak gerekir ki bu kuruluşları Osmanlılar kurmamıştır. Bu kuruluşlar bizzat Osmanlının kuruluşuna destek olmuşlardır. Zira Osmanlı devletinin kurulmasından çok önce de kadınlar toplum içerisinde oldukça önemli bir yere sahiptir. Dede Korkut masallarında, menakıpnamelerde ve söylencelerde kadınların at binip kılıç kuşandıkları, devletin yönetiminde söz sahibi oldukları ve konumları ayrıntılı bir şekilde anlatılmıştır.

Neden Dede Korkut’tan bahsediyorum. Çünkü Dede Korkut destanlarında Alevi-Bektaşi dualarına benzeyen dualar vardır. Ayrıca Dede Korkut destanlarından öğrendiğimize göre bir kadınla erkek evleneceği zaman ata binmekte, kılıç kullanmakta ve ok atmada kadın evleneceği erkekle yarışmakta eğer erkek kazanırsa evlilik olmaktadır.

Velâyetnâmede Hace Bektaş Veli’nin Anadolu’ya gelişinin Rum Erenlerinden Fatma Bacı’ya malum olması şöyle anlatılır.[2] Hace Bektaş Veli Rum Ülkesine yani Anadolu’ya yaklaşınca "Esselamü Aleyküm Rum’daki erenler, kardeşler diye selam verdi. Bu sırada Rum ülkesinde elli yedi bin Rum ereni vardı ve bunların gözcüsü Karacaahmettir.

Hünkar’ın selam verdiği Fatma Bacı’ya malum oldu. Fatma Bacı ayağa kalkıp elini göğsünün üzerine koyarak üç kere "Aleyküm selam ya Horasan Pîri” diyerek yerine oturdu. Bunun üzerine erenler "Kimin selamını aldın” diye sordular. Fatma Bacı "Rum ülkesine gerçek bir eren geldi sizlere selam verdi, onun selamını aldım” der.[3] Bunun üzerine Rum erenleri "bu geleni Rum ülkesine sokmayalım” derler. Yolu keserler ama Hacı Bektaş güvercin donunda Sulucakarahöyük’te bir taşın üzerine konar.

Erenler Gözcü Karaca Ahmet’e "Sen Rum ülkesinin gözcüsüsün bir bak bakalım” derler… Karaca Ahmet "Sulucakarahöyük’te bir taşın üstünde bir güvercin var başka kimse yok” der. Rum erenleri Hacı Tuğrul’u gönderirler. Hacı Tuğrul, doğan donunda güvercin donunda bulunan Hace Bektaş’ın üstüne hışımla inerken Hace Bektaş insan donuna girer ve doğan donundaki Hacı Tuğrul’un boğazını sıkar. Hacı Tuğrul "Er ere böyle kıyar mı?” der. Hace Bektaş "Er ere böyle hışımla iner mi? Siz bize zalim donunda geldiniz ben güvercinden daha masum bir canlı bulsaydım onun donunda gelirdim.” der.

Aleviliğin Serçeşmesi Hünkar Hace Bektaş Veli’nin Anadolu’ya gelmesini 57 bin Rum ereni içinde sadece bir kadının hissetmesi Alevilikte kadının ne kadar önemli olduğunu gözler önüne seriyor. Daha 13. Yüzyılda Hace Bektaş Veli’nin "Kadınları okutunuz” sözü başlı başına kadının değerini ifade ediyor. Yine Hace Bektaş Veli "Erkek dişi sorulmaz muhabbetin dilinde / Hakkın yarattığı her şey yerli yerinde / Bizim nazarımızda kadın erkek farkı yok / Noksanlık eksiklik senin görüşlerinde” Diyerek kadın erkek ilişkisine nasıl baktığını, Alevilerde cinsiyet farkı gözetilmediğini ifade eder. Bu bile Fransız devriminden yüzyıllar önce kadının yol süreği içerisindeki önemini vurgulamaktadır.

Biz, Aşıkpaşaoğlu’nun ve Velayetnamenin verdiği bilgiler ışığında Kadıncık Ana’nın çok önemli bir kişi, Bacıyan-ı Rum’un yani Anadolu Bacıları’nın da çok önemli bir kuruluş olduğunu anlıyoruz. Alevi yol süreğinde kutsanan ve adına cemler yapılan Abdal Musa’nın Kadıncık Ana’nın öğrencisi olması bile başlı başına bir önem arz eder. Hatta Kızıl Deli olarak bilinen Seyit Ali Sultan’ın da Kadıncık Ana’nın öğrencisi olduğu ifade edilir.

Antalya Elmalı Tekke Köyü’ndeki Abdal Musa Dergâhının açıldığı günden kapatıldığı güne kadar 366 yıl mutfağındaki ateşin hiç sönmediği, gelen herkesin konuk edildiği ve kırk dervişin sürekli hizmet ettiği biliniyor.[4] Bu dergâh kapatıldığında on bin tane koyunu ve binlerce dönüm arazileri varmış. Bunları kadınlar işliyor. Kadınlar üretiyor. Burada bir parantez açmak gerekirse on bin koyunun sağılması, sütün pişirilmesi, peynir, yağ, yoğurt vs yapılması, yününün kırkılması, yıkanması, boyanması, ip haline getirilmesi, dokunması bile kadının üretimdeki gücünü ortaya koyar ve kadının üretim içerisinde ne kadar etkin olduğunu gösterir. Üretim içerisinde bu kadar etkin olan kadın elbette karar alma yetkisindeydi.

Alevi yol süreğine göre Tanrı insanı kendi özünden yaratmıştır. Dolayısıyla Tanrı insanda zuhur etmiştir yani "Allah beni âdemdedir, Allah’ın sıfatı âdemin sıfatıdır.” Bu inanca bağlı olarak toplum her zaman kadın-erkek yüzleri birbirini görecek şekilde ibadet yapmaktadır. Cemlerde kadın-erkek birlikte cinsiyet farkı gözetilmeden "can” olarak tanımlanır. Can kavramı cinsiyet, makam-mevki, unvan içermediği için oldukça önemlidir. İnanışa göre Tanrı da insanlara kadın-erkek penceresinden bakmaz. Günümüzde tarihte olduğu gibi değişik yörelerde yapılan cemlerde kadınların, cemleri yürütmek için posta oturdukları ve zakirlik yaptıkları bilinmektedir.

Alevi inancında dedeliğin, babadan oğula geçen bir kurum olduğu ifade ediliyor. Bu anlamda kimi dedeler "Cem erkânı yürütülmesinde Evladı Resul soy geleneği esas alınması itibarıyla seyitlik geleneği erkek üzerinden devam edip gelmekte olduğundan kadının, inanç icraatı manasında yol ve erkân yürütülmesinde direk rehberlik, pirlik, mürşitlik makamına veya postuna oturmasının mümkün olmadığını” ifade etmişlerdir. Ancak Muhammed’in soyunun Fatma ve Ali’den olan çocuklardan devam etmesi yani Muhammed’in soyunun oğlundan değil de kızından yürümesi bu anlamda manidardır.

Ahmet Yesevi Tekkesinde ibadetler ilk dönemlerden itibaren medrese kökenli kimi suçlamalara karşın kadın erkek bir arada yapılmıştır. Hatta Ahmet Yesevi’nin ölümünden çok sonra kızı Gevher Şehnaz tarafından kadın ve erkeğin bir arada olduğu ibadetler 19. yüzyıla kadar sürdürülmüş daha sonra medrese kökenli suçlamalar sebebiyle değişikliğe uğramıştır.[5] Ancak daha Ahmet Yesevi’nin sağlığında başlayan bu suçlamalar karşısında Ahmet Yesevi’nin bir hokkanın içerisine ateşle pamuk koyarak gönderdiği, hokkayı açanların ateşle pamuğun birbirine tesir etmediğini gördükleri anlatılır.[6]

Yine tarihte Anadolu’da birçok tekkenin başında kadın şeyh ve dervişlerin olduğu biliniyor.[7] 19. Yüzyılda Tokatta Hubyar ocağında Anşa Bacı, Baba Mansur ocağında Seyyide Ana, Afyon Emirdağ Karcalar Köyünde Zöhre Bacı (Önceden Hüseyni imiş) Adıyaman Bulam’da Sarı Gök dedikleri Zebran Bacı (daha sonra ocaklaşmış), yine Sivas’ta İnsaf Ana, Elif Ana, Denizli’de Sultan Battal Ana gibi posta oturan kadınlar vardır. Bununla birlikte Ela Ana, Fato Ana gibi zakirlik yapan analar da vardır.

Yine yol süreğindeki "Ana” kavramı saygıyı, saygınlığı ifade ettiğinden inanışta "Fatma/Fadime Ana”yı simgeler. Ayrıca Alevi-Bektaşi yol süreğine göre Fatma Ana’nın bereketi temsil ettiğine ve darda kalan kadınların yardımına yetiştiğine inanılır. Bu anlamda kadınlar yardım edilmesi gereken birine yardım ettiklerinde ve bir hasta için iyileştirici bir şey yaptıklarında "Benim elim değil Fadime Ana’nın eli” demektedirler.[8]

Öte yandan Hâce Bektaş Veli Dergâhı, 1527 yılındaki Şah Kalender Çelebi isyanından itibaren, 1552 yılında Kanuni Sultan Süleyman tarafından Sersem Ali Baba’nın atanmasına kadar 25 yıl kapatılmıştır. Sersem Ali Baba, Kanuni Sultan Süleyman’ın eşi Mahıdevran’ın ağabeyidir. Sersem Ali Baba, Kanuni Sultan Süleyman tarafından Şah Kalender Çelebi ayaklanmasından 25 yıl sonra Anadolu’daki karışıklıklara son vermek, insanları yatıştırmak, belki de bilinçli bir şekilde yolu/yolağı bozmak bölmek amacıyla Hace Bektaş Veli dergâhına postnişin olarak atanmıştır.

Osmanlı’nın, Hâce Bektaş Veli gibi bir yol ulusunun yerine, üstelik de Anadolu’daki en büyük pirlik makamına atama yapması Alevi Kızılbaş toplumu tarafından hiçbir şekilde kabul edilemez bir durumdur. [9]

Bu atama Hace Bektaş Veli ocağını Dedegan ve Babagan olarak ikiye bölmüş ayrıca mücerretlik yani bekârlık tartışmasının ortaya çıkmasına sebep olmuştur. Pir Sultan Abdal, kadınların ikinci plana atıldığı bu tartışmaya duyarsız kalmamış ve "Bilmem küstah mıdır Adem’e tapan / Adem’in başında gülleri kokan / Dişi kuş değil mi yuvayı yapan / Aslanın dişisi aslan değil mi” diyerek taraf olmuştur.

Alevilerde birden fazla kadınla evlenmek, haremlik selamlık, hülle, muta ve imam nikâhları yoktur. Kadını dövmek, aldatmak, düşkünlük sebebidir. Çok mecburi kalmadıkça boşanma yoktur. Boşanma olsa bile kadın - erkek değil hak gözetilmiştir. Evlilik kurumuna aşırı önem vardır. Evli olmayanlar ikrar veremez dolayısıyla yola giremediği için dört kapı kırk makama dahil olamaz. Aleviliğin temelini oluşturan kırklar ceminde 40 kişiden 17 tanesinin kadın olduğu ifade edilir. Yani canlar Alevilikte kadınsız yaşam yoktur ve olamaz.

  

Aşık İbreti, kadına ve evliliğe bakışı şöyle ifade ediyor.

 

İbreti emelim insana hizmet
Hacıya hocaya kalmadı minnet
Eşim bana huri,evim de cennet
İbriği tespihi kırdım da geldim

  Yine konargöçer Tecirli aşiretinde her kadının çeyizinde mavi bir feracesi[10] varmış. Kadın kocasından memnun olmadığı zaman başına mavi feracesini takar aşiretin obanın içinde dolaşırmış. Kadının mavi feracesini takmasıyla herkes artık kocasından boşandığını anlarmış. O koca bir daha kadının bulunduğu çadıra giremezmiş. Osmanlının Paşası Ahmet Cevdet Paşa, Tecirli aşiretinin beyi Süleyman Ağa’yı ziyaret ettiğinde onun üzgün olduğunu görmüş sebebini sorduğunda karısının o gün Süleyman Ağayı boşadığını öğrenmiş. Dikkat edilirse kadın tarafından boşanan kişi herhangi birisi değil bizzat aşiretin beyi.[11]

 Alevilikte çok sayıda kadın ozan olmasına karşın, kadın-erkek eşitsizliği, Alevî ozanlarca öyle eleştirilmiş ki Edip Harabî (Naciye Bacı) ve Melulî Baba kadın mahlası ile deyişler söylemişlerdir.

 Naciye Bacı (Edip Harabi)

Ey erenler erler nasıl ersiniz?
Söyleyin sizinle davamız vardır
Bacılara niçin nakıs[12] dersiniz
Bizim de Hazreti Havva’mız vardır

 Bizi de halk eden Süphan değil mi?
Aslanın dişisi aslan değil mi?
Söyleyin makbul-u rahman değil mi?
Ümmi Gülsüm Zeynep Leyla’mız vardır

Kadın önemli bir kişi olarak erkeklerle aynı meclise oturan, üretimin her aşamasında bulunan, bir imparatorluğun kurulmasında etkili olan bir konumdan kadın mıdır kız mıdır, hamileler sokağa çıkmasın, kızlı erkekli evlerde kalıyorlar söylemine geldik.

Sadece Şubat ayında 47 kadın öldürülmüş. 15 yıldır binlerce kadına, çocuğa tecavüz edildi. Son yıllarda taciz ve tecavüzlerin % 700 oranında arttığı söyleniyor.

Hace Bektaşlar’ın Yunusların yaşadığı dönemlerde erkek kadın aynı mecliste bulunuyorken, ülkenin, aşiretin yönetiminde söz sahibi iken ne oldu da bu hale geldik? Ne oldu bize? Neden bu hale geldik?

 Bu sorunun cevabını Hace Bektaş Veli şöyle veriyor:

 "Bilimden gidilmeyen yolun sonu karanlıktır…”

"Bilimden gidilmeyen yolun sonu karanlıktır…”

"Bilimden gidilmeyen yolun sonu karanlıktır…

 

Sanırım Hace Bektaş Veli’nin sözünün üstüne söz söylemek olmaz. Hepinizi erenlerin aşkıyla selamlıyorum.

 

Leyla AKGÜL

 

[1] H. Nihal Atsız, Aşıkpaşaoğlu Tarihi, Sayfa 196.

[2] Velâyetnâmede Fatma Bacı‘nın, Sivrihisar‘da Seyyid Nureddin’in kızı olduğu ve evlenmediği yazılıdır. Ayrıca bakınız: Abdülbaki Gölpınarlı, (Hazırlayan), Manakıb-ı Hacı Bektâş-ı Veli "Vilâyet-Nâme”, Sayfa 18.

[3] Söylencenin devamında Hace Bektaş Veli’nin Anadolu’ya geldiğini anlamayan erenlerin Kadıncık Ana’ya "Sen bekârsın bu sebeple üzerimizden er geçtiğini söyledin” dedik-leri anlatılır. Burada eren olduğuna inanılan kişilerin başka bir eren hakkında erenliğe yakışmayan bir tabir kullanmaları oldukça şaşırtıcıdır.

[4] Ayrıca bakınız: Cemal Şener, Yaşayan Alevilik, Ant Yayınları, İstanbul 1995, 3. Baskı, Sayfa 58.

[5] Ayrıca bakınız: İbrahim Bahadır, Alevi-Bektaşi İnanç Merkezlerindeki Kadın Dervişler, Uluslararası Türk Dünyası İnanç Merkezleri Kongresi Bildirileri, Tüksev Yayınları, Ankara 2004, Sayfa 229- 260.; İbrahim Bahadır, Alevi ve Sünni Tekkelerinde Kadın Dervişler, Su Yayınları, Ocak 2005, İstanbul, Sayfa 93.; Ord. Prof. Dr. M. Fuat Köprülü, Türk Moğol Şamanizminin Tasavvufi İslam Tarikatları Üzerindeki Tesiri, Bilig Bilim ve Kültür Dergisi, Ahmet Yesevi Üniversitesine Yardım Vakfı Yayınları, Çeviren Yard. Doç. Dr. Ferhat Tamir, Sayı 1, 1996 Bahar, Sayfa 1–8.

[6] Ayrıntı için bakınız. Ord. Prof. Dr. M. Fuat Köprülü, Abdal Musa, Türk Kültürü Dergisi, 124. Sayı, Yıl XI, 4 Şubat 1973, Sayfa 198–207; Ord. Prof. Dr. M. Fuat Köprülü, Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar, Sayfa 62–63.

[7] Ayrıca bakınız: Prof. Dr. Ömer Lütfi Barkan, İstila Devirlerinin Kolonizatör Türk Dervişleri ve Zaviyeler, Vakıflar Dergisi, Sayı 2, Yıl 1942, Sayfa 302–303.

[8] Leyla Akgül, Pir Sultan Abdal Sözlüğü, La Kitap Yayınları, 2. Baskı, Ankara 2014, sayfa 198.

[9] Leyla Akgül, Pir Sultan Abdal Sözlüğü, La Kitap Yayınları, 2. Baskı, Ankara 2014, sayfa 142-143

[10] Ferace: Başörtüsü.

[11] Cevdet Paşa, Tezâkir 21-39, Sayfa 163-164.

[12] Nakıs: Noksan, eksik.

 

Kapat